13 Eylül 2014 Cumartesi

AZİME AKBAŞ YAZICI VE SUYUN DUASI

Tanrı aldatıldı.
Çünkü, hayatın bellek süzgecinden kayda geçirilmesi, hesapta yoktu. Anıların güçlü bir rüzgara sarılarak yüzyıllara savrulması, söz yerinde kanatlanıp soluk alınan her su damlasıyla insanın yüzüne düşen yeni bir sayfanın hecelerini maviye boyayan bir fırçanın içinde saklanması beklenmiyordu.
Söz ve renkler kendi derinliğine sarılarak yeniden doğuyordu.
Şair, yazar ve ressam Azime Akbaş Yazıcı’nın “Denizler Geçti Gökyüzümden” söyleminde binlerce yıllık insanların öyküsünü imgelerken; ruhumuzu kuşatan kuşların kanatlarında hep su tadı, firari bakışları kullanması, dalgalar halinde dağılan sesin suya dönüşmesi, son yılların en güzel yapıtı ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyordu.
Şiir, su, kedi, öykü, kanat izleri ve ruhun dinlendiği saatlerde Azime; tek başına ve yalnızca kendisiyle yola çıkan deneme rengindeki duygu ve düşüncelerini bir pelerin gibi günün omuzlarına atarken, bir bilge rahatlığıyla zamandan suyu sağmaktadır. Orda asılı duran hecelerin içinde buhur kokulu havarilerin annesi konumundadır.
Anne.. Suyu ve renkleri doğuran, ellerini Bergama sunaklarından Allianoi’nin acılarına adamış, acıları direnmenin ve haklı olarak ayaklanmanın bir simgesini   saçlarına takmaktadır.. Hayattan, şiirden, renklerden yeniden doğuyor şair... O bu sahnede bir tanrıçanın elçisi gibi kedilerini okşarken, mırıltılar halinde hayatın başka bir imgesini kuruyor, sunakların en tepesinde ay bulutları suya götürürken beyaz tüllerini dağlardan ayak izlerine bırakıyor.
Tanrı’nın unuttuğu zamanı, avuçlayıp sabır taşına işlerken mutludur Azime.. Yine suyun kendine sakladığı içsel renklerinde direnci kum tanelerinden, topraktan, ekmekten ve umuttan besleyen kısa öykülerin şiir ırmağında hep yaralı; yarasını kendi söylemiyle imgesel anafora dönüştüren ve suyu yine kedilere ulaştıran uzun soluklu bir söylemin beyazlığından, aşağıya doğru şarkısını söylüyor.
Şairler simyacının son renklerinde donup kaldılar.
Şair.. Su.. Kanat.. Kediler.
Ve tütsülenmiş hayatımızı kuşatan değerlerin aşka ulaştığı saatlerde hep akreplerle mücadele eden gölgesinde destansı figürlerin, duvarda kalan izlerini avuçlayarak resime dönüştüren çılgın çocukların; bakıldığında uysal, görülmediğinde duvarları aşıp yepyeni bir hayata yelken açan ruhumuzun bekçilerini satır aralarında saklayan bir büyücünün ta kendisidir aslında.
Öykü değil, ama öykü..
Şiir değil ama şiirin babası
Deneme değil ama düşünsel anaforun arkasında kalan çok sesliliğin içinde, zamana koşan martıların çığlığını kanatlarından düşüren bir bilge. Şair bu yapıtta, bu sahnede; küçük ve uysal.. Naif bir zaman diliminde hayata anlam katmaya veya varolan anlamların dışına çıkarak farklı ve yeni kimliklere ulaşan bir yolun ustası olarak kenarda durup biz zavallı okuyucuları izlemektedir.
Peki bu söylem böyle mi olmalıydı!
Evet böyle olmalıydı.. Usta şair, yazarın; sözcüklerle kurduğu büyülü dünyanın penceresinden bakarken saçlarımızı ıslatan yağmurun çocukları uyanışa kaçıyor.
Ruhumuzun tortusunda kalan paslı renkleri bir kedi patisinden çalarak tuvallere ve zamanın bakışlarına serperek yeni bir oluşumun özgürlüğe açılan temellerini oluşturuyor..
Halil Cibran’ın sedir ağacında toplanan kuşların birbirine değerek ve birbirine masallar anlatarak çıkılan yolculukların içinde doğan çocukları da unutmadan gökyüzünü boyayan fırçaların bıraktığı izlerin arkasında saklanırken, küçük bir çocuk terkedildiği sokaktan bizlere el sallıyor. Sevgili Yazıcı bu sahnede direngen bir sevgilidir. Bütün kedilerin ve çocukların annesi, suların berraklığını veren bulutların ressamıdır ayrıca.
Hayatın daracık sokaklarında, ruhumuzla çarpışarak geçtiğimiz duvarların inşasında hep taş yontuları bırakan fısıltıların ustasını saklamaktadır, dizelerinde... Korkularımızın kumsalda kalan çakıl taşlarından renkli suratlarıyla umutlarımızı işleyip büyüdüğümüz sayfaların arkasında hep beyaz bir kedinin bakış izlerini görmek için ustaca bizi yönlendirmektedir..
Şair,yazardır..
Yazar bir ressam.. Ressam; bir su avcısı ve bütün renklerin doğumunda parmak izlerini unutarak sessizce evine gitmeyendir.
Yolu, su kuşlarının uyku saatinde çepeçevre tel örgülerin içine girip sevdiğini kucaklarken, gözyaşlarını körfeze dağıtarak martıların özgürlüğüne yol çizmektedir. Martılar denizin sokak çocuklarıdır. Söylediği şarkılar, kentin tarihini rüzgara verendir. Ve rüzgar yaralı bütün şairlerin yüzünü okşayarak dağlara çıkan yağmur damlasının üvey kardeşidir. İşte bu sayfada; kadim serüvenin en son dizesinde hep bir caz kedisi saklanmaktadır.
Yolu kim çizdi..
Hapishane avlusundaki kuşların rengini kim soydu.. Yüreğini ve ellerinin sıcaklığını kim çaldı akşam saatlerinde.. Hangi rüzgar anlatabilir suyun suya özlemini.. Dokunan ellerin birbirine anlattığı öyküleri kim taşıdı rüyaların her sayfasına.. Şairi kim tutukladı.. Kim yazdı bu aşkın burukluğunu tarihin güncesine..
Hepsini toplayıp suyun aşkına döktü, Azime Akbaş Yazıcı.. Renklerin ruhunu özgürlüğüne döktü ressam ve son damlasını bulutlara yükleyip karşı kıyıların şarkısına adadı ayetlerin en son dizesini. Ve kahin sustu, suya bakarak.. Su, geleceğin aynasında kendini görüyordu. Su sakin geçen bir gecenin içinden akarak şairin yüreğinden geçiyordu. Su şiirdi. Son damlasına kadar uzanan dalların ucundan atlamaya hazır renklerin bir ucu tuvalde kalmıştı. Ve sevgili Azime, kızıl saçlı kedilerin tanrısını uyandırıp hayata astı.
Şiirin usta havarisi olan sevgili Akbaş Yazıcı bu ilginç ve müthiş yapıtı ile son yılların en güzel şarkısını bizimle paylaşırken, “Artık şiir bitti.. Artık, yeni ve farklı söylem yok” diyen birçok sanat dinazorunu da şaşırttı.
Yıllardır, “kavgası olmayan kentlerin şiiri bitmiştir.. Aşkın sarı renginde dağlara çıkmayan öykünün yazarı ölmüştür.. Tuvali paramparça renklere dağıtmayan uçarı kanatların hayalleri peşinden gitmeyen ressam zaten ölüdür” diyen toplumcu sanat anlayışının iflah olmaz havarisi olarak ben, hep karamsar baktığım edebiyat dünyasında, bu yapıt beni tekrar mutlandırdı.. Ayrıca okumak şansını bulduğum sevgili Azime’nin bu yapıtı karşısında suskun kalmak mümkün değildi. Son yılların en güzel ve en nitelikli edebiyat ürünü olan bu yapıtın hakettiği oranda okunmasını, paylaşılmasını dilemenin dışında, mutlaka okunması gerekir diye yazmak zorundaydım. Bu benim yurtsever devrimci sanatçı duruşumun da bir gereğiydi.. Çünkü, zor beğenen bir yazar olarak, bu yapıt karşısında duyduğum şaşkınlığı, estetik ve düşünsel derinliği sizinle, okuyucularımla mutlaka paylaşmalıydım..
Yüreğine sağlık kızıl saçlı bacımız.. Teşekkürler, suya, kedilere ve senin damıttığın hayata..

Ümit Yaşar Işıkhan  / Egede Bugün

Hiç yorum yok: