4 Aralık 2009 Cuma

NefesTen / Gönül Çatalcalı

“Hey çocuk yüzlü gökyüzü, bütün çiçekler ve ormanlar aşkına ağlar mısın?”
Azime Akbaş Yazıcı

NefesTen

Azime Akbaş Yazıcı’nın ilk kitabı NefesTen.
İlginç kapağına bakıyorum. Yıkıntılar, derin çatlaklar arasında, bir kayanın kıyısına tutunmuş kedi, öte yanda papatyalar... Adıyla, içindeki metinlerle örtüşen bir kapak. Umut gibi, her şeye karşın...
Mavi sarı ve mor anlatılar bunlar. Çokça da turuncu. Tarifi renklerle yapılabilen metinler…
Kum ve kül…Delice ve zeytin…Sayfa aralarından baş uzatan kedi.
Ay…Ay kedisi…
Azime Akbaş Yazıcı’nın “anlatı” adını verdiği metinlerini topladığı kitabı NefesTen, dizelerin alt alta değil yan yana sıralandığı şiirler toplamı bence. Renklerle düşünen, renklerle yazan bir şair-yazar-ressam Azime Akbaş Yazıcı. Onun yalnızlıkları mor, sonsuzluğu deli mavi, ikindileri kekik rengi.
Çiçekleri renk açıyor Yazıcı’nın, ve sedef gülleri ıhlamur altında güneşlenirken tüm sardunyaları dile geliyor. Gagasında susam, kirpiğinde aşk biriktiren martıların yoldaşıdır yazar.
17 Ağustos 1999 Kocaeli Gölcük merkezli deprem haberini alıntılayarak başlıyor kitabına Azime Akbaş Yazıcı, sonra ağıtını yakıyor.
“Kan ve küf kokulu ölü sırların ardından ağıt yakan bulutlara uyanıyor sabahlar. Ege sarıyor yaralarını kanadı kırık kuşların. Ötelerde taş duvarlar inliyor, çın çın öten sessizliğiyle. Depremlerin dağıttığı topraklara türkü yakıyor safir gözlü turnalar.”
Daha bu ilk metinden anlıyoruz ki ölümü, kanı, doğal felaketleri bir başka anlatacaktır yazar. Doğayı bir başka betimleyecek, söylemek istediklerini şiirle harmanlayıp öyle sunacak.
“sarı saçları mavi gözleriyle
gökyüzü bile özenirdi güzelliklerine
deniz utanırdı mavisinden
cenazelerle uğurlanmıştı Ederlezi,
şurada yatan kefensiz babalarımızdı
Boşnak kızları Goran’ın,
yetimdi sarıları, yetimdi mavileri.”(s. 14)
Dostlarını anan bir değer bilirdir yazar, onları satırlarına konuk eden... Nezihe Meriç’e ne mutlu ki Azime’nin metinlerinde bir kez daha doğuyor.
“Sohbeti bir roman, dili şeker Nezim”.
Akyaka, Azmak ve tanrıların öfkeli haykırışlarındaki çakmak gözlü Mitra’ya benzeyen Nezim. Sevgili Nezim, yaşarken bir kitaba böylesi güzel konuk edilmiş, ardında bunlardan daha incelikli satırlar bırakmış mıdır acaba diye düşünüyorum.
Barış gelini Pippa’yı anan belki en kısa metni yazıyor, ama belki de en duyarlısını.
“Göğsümde çığlık çığlığa ağlayan sokak çocuğu…” diye mırıldanıyor yazar, “Bu kadar mı öze indirilebilir acı?” diye düşünüyorum okurken.
Metinlerin başında yaptığı alıntılar, dünyanın git gide kirlendiğine, yaşanamaz bir yer haline dönüştüğüne ilişkin.
“Avustralya’da etkili olan kuraklık yüzünden, büyük kentleri yılanlar bastı.”
“Çiğneyip attığınız sakız iki yılda doğada kaybolurken bu süreç cam şişelerde 400, plastik eşyalarda 5000 yıla kadar çıkıyor.”
“BBC her yıl binlerce deniz canlısının plastik şişeleri, naylon torbaları yutarak öldüğünü belirtti.”
“Lavaboya dökülen 1 litre sıvı yağ, suya karıştığında bir milyon litre su kirleniyor.”
gibi haber alıntıları, okuru metinler hakkında daha dikkatli bir okuma yapmaya yönlendiriyor.
Bir çevreci olduğu kuşkusuz. Satırlarına sinmiş çevresel duyarlıklar, suyun, havanın, nefesin, soluğun önemini duyumsatıyor. Bunların hoyrat dünyalılar tarafından bir bir tüketildiğine göndermeler yapıyor. İnce bir hüzün dolanıyor satırlarında, çiçeklerin ağlaması kadar acıtıcı, Egenin suları kadar yanıcı…
“Ölüyor inceden inceye türkülerin. Rengi kaçık ter biriktiriyor dudak kıvrımında. İrkiliyor saklı kalmış sızıların, kar savruğu ellerinde. Gagasından kıpkızıl bir kan damlıyor serçenin. Uykusuzluk ağustos sürüklenmesi gözlerinde…”(s. 109)
Toprak ve su özlediğinde birbirini, içi yanıyor yazarın. Kapı arkasında tozlanan aynanın acısını duyuyoruz satırlarında. Onun imlediği her nesne başka bir anlamlanıyor gözümüzde.
Ve aşk… İçindeki deli kızın gözlerini kanatan aşk… “Onsuzluğu” ölüm rengiyle tanımlıyor. Deli sarılar, morlarla bezenmiş bir tablodur aşk, sözlerin ve gözlerin derinliğini yansıtan. Kül rengi günlere vuran aydınlıktır “delice”.
“Yavaş gel şiir, gözlerim bayram yeri” diyerek yavaşlatıyor kendini bazen.
Bazen de,
“Hızlı gel şiir, biliyor musun titriyor bir resim. İçinden nice sakin yıllar geçiyor bu şehrin, su nasıl da sakin…” diyerek duygu yoğunluklarını artırıp, kendini coşkunun seline kaptırmak istiyor.

“Kimin aklına gelirdi ki…” diye bitiriyor şiir soluğunu Azime Akbaş Yazıcı.
Bu kitabın sonuna gelen herkesin aklında, aklının ve yüreğinin bir köşesinde kalıcı imler, sızılar, şiirsel tatlar bıraktığını düşünüyorum metinlerin. Yalnızca bugüne ait bir kitap olmadığını, dize-satırların beni hep çağıracağını, dönüp dolaşıp yeniden okuyacağımı, sayfalarında soluklanacağımı hissediyorum. Başucumda yerini alıyor NefesTen.
NefesTen…
Yemyeşil bir çam fidanı eşliğinde sunulan şiir anlatı. Kocaman bir orman barındırıyor göğsünde.
Soluk alıp veriyor gözenekleri. Canlı, yemyeşil. Dağlarca, patikalarca yürümek geçiyor içimden, bu muhteşem ormanın kıyısından. Bozmadan, kirletmeden, öldürmeden her şeyi. Anne kokulu bir deniz sabahına çiçeğe durduğunda ilkyaz, im doğuran yosun kokulu şairin imlediği her şeyi…
Kahvelerden fal tuttum.
Uzun uzun yollar çıktı önünde NefesTen’in, uzun uzun yıllar…

Azime Akbaş Yazıcı, Anlatı,
İlya Yayınevi, 134 Sayfa.

Gönül Çatalcalı
Kasım- 2009